3 Eylül 2011 Cumartesi

Broken Bicycles-Tom Waits


Usul usul bacaklarınızın arasında dolaşan bir kedi gibi başlar Broken Bicycles, unutursunuz bir an evrenin ne kadar büyük ve geniş, ne kadar çok insanla dolu olduğunu. Büyür içinizde yaşadığınız o an. Kalabalıklardan çok uzakta, sessizlik içinde, gece içinde, piyanosu ve gırtlağında hiç bitmeyen o hırıltılı sesiyle Tom Waits..



Ve deli eder sizi uzaktan gelen o tren sesi.. uzun bir yol.. gitmek.. hep.. hep.. hep..

Broken Bicycles..








20 Ağustos 2011 Cumartesi

Tender Surrender-Steve Vai

Bir şarkı hayal edin, hiç vokal olmadan ve tek bir enstrümanla yalnızca birkaç dakikada size tüm evreni anlatsın.

Tender Surrender, tüm şarkı boyunca hayatı her anına dek içinizde hissettirebiliyor. Gitarın tellerinden çıkan ses, Steve Vai'in parmaklarından dökülen melodiler, içinizde bazen delice koşan bir at sürüsüne dönüşürken, bazen de içinize ılık ılık akan ince bir su gibi işleyebiliyor.

Şarkının teknik olarak kusursuz olması, duygusal anlamda verdiği yoğunluk ve mükemmel hazırlanmış kompozisyonu haricinde dinleyici için hissettirdikleriyle Steve Vai'in müzik kariyerinde hazırladığı en iyi albümlerinden biri hatta bence en iyisi olan Alien Love Secrets'inden yalnızca bir parça Tender Surrender.

Ve şarkı tam olarak yaşamın kıyısına gitmek ve oradan usulca kendinizi aşağıya bırakıp uçmak gibi.. İşte Tender Surrender.. Tam olarak böyle..


24 Nisan 2011 Pazar

Ölüm Anı

The Falling Soldier (1936)-Robert Capa

Ölüm, en yalın haliyle her şeyin bittiği an. Eğer ölüm insan bedenine hızla girip yok eden bir kurşunsa, havaya fırlatıp atılan bir sigaranın yere düşüşünden daha hızlı son verecektir yaşamımıza. Eğer yaşadığımız hayatı bir amaç uğruna geçirdiysek, yüzyıllık bir ömrün sonuna gelmişizdir ya da zaten zamanı harcamışsak ölüm belki de kısa yaşamımız için bir çare olacak olabilir.

22 Nisan 2011 Cuma

Radiohead

Radiohead 90'larda hayatımıza giren belki de bir kısım rock dinleyicisinin atlayıp geçtiği bir grup. Dinleyicisi olmamış olsanız bile Creep'le beynimize kazınan, How to Disappear Completely, Knives Out, Karma Police ile The Doors'un bir otuz yıl sonrası gibi adlandırabileceğimiz Radiohead alternatif rock müziğini en iyi temsil eden gruplardan birisi. 

Gitarların arkasına usulca yerleştirilen keyboardlar ile rock-elektronik müziği bir arada işlemeleri, yıllar sonra keyboardların arkasına gitarları alarak, hatta daha sonra tamamen gitarları kaldırarak yaptıkları müzik şuan geldiği noktada başlangıcından çok farklı olsa da türün başarılı örneklerinden Radiohead.

17 Nisan 2011 Pazar

Albert Camus

..Dekorların yıkıldığı olur. Yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde salı, çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün 'neden' yükselir ve her şey şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar. 'Başlar', işte bu önemli. Bıkkınlık, makinemsi bir yaşamın edimlerinin sonundadır, ama aynı zamanda bilincin devinimini başlatır. Onu uyandırır, gerisine yol açar. Gerisi, bilinçsiz olarak yeniden zincire dönüş ya da kesin uyanıştır. Uyanışın ardından sonuç gelir zamanla, intihar ya da iyileşme..


..Uyumsuzluk duygusu, her sokağın dönemecinde, her adamın yüzüne çarpabilir. O durumuyla, acıklı çıplaklığı, parıltısız ışığı içinde, kavranılmaz bir şeydir. Ama bu güçlük bile düşünülmeye değer.. -Uyumsuz Duvarlar/Sisifos Söyleni

16 Nisan 2011 Cumartesi

AC/DC

Artık yaşlandılar bunlardan bir iş çıkmaz mı diyorsunuz? Bir kez daha dinleyin o zaman! 

Black Ice (2008), yaşayan efsane AC/DC nin uzun bir aradan sonra çıkardığı, Rock N' Roll Train gibi oldukça iyi şarkıların yer aldığı son albümü. Bu kadar uzun bir aradan sonra bekleneni karşılar mı karşılamaz mı diye kaygı duymuşlar mıdır bilmiyorum ama 30 yılı aşkın bir süre müzik yapıp hala üretebiliyor ve hala iyi bir şeyler üretebiliyorlarsa bize de sadece dinlemek kalır. Albüm artık çok da rastlayamadığımız klasik heavy metal sounduna sahip son yıllarda yapılan nadir albümlerden birisi.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Amelie

Audrey Tautou'nun iri, siyah gözleri ve alnına uzanan kısacık kesilmiş saçlarıyla unutamadığımız Amelie, etrafındakileri mutlu etmek için uğraşan bir peri kızı gibi ve Audrey ile birlikte film, adeta mutluluğun sinemadaki yüzü oluyor. 


Henüz yalnızca festivallerde gösterilirken izleme fırsatı bulduğum Amelie'yi yıllar sonra tekrar izlediğimde de hala içimde güzel duygular uyandırıyor.  Sıcaklığı ve  neşesi dışında aynı zamanda renklerin, mekanların uyum içinde kullanıldığı filmde Yann Tiersen'in müzikleri tıpkı Elveda Lenin! gibi filmi unutulmaz yapan en önemli şeylerden birisi.

2 Nisan 2011 Cumartesi

Mr. Nobody Soundtrack

Albüm oldukça iyi hazırlanmış 16 şarkıdan oluşuyor. Parçaların çoğu, pek çok filmde daha önce kullanılarak sinema izleyicilerinin aklında yer etmiş olsa da, filmle birlikte aynı şarkılar farklı sahnelerde yeniden hayat bulmuş. 

Mr. Sandman-Back To The Future, Where is my mind-Fight Club, Everyday-Big Fish yıllar sonra Mr. Nobody ile tekrar kullanılarak, yeni sahneleriyle hafızamızda yer etmeyi başardı. Özellikle Eric Satie'nin filme kattığı derinlik, piyanodaki  kimi zaman sakin, kimi zaman neşeli melodileri ve müziğin arkasında akıp giden görüntüler çok başarılı. 


26 Mart 2011 Cumartesi

Hey Joe

Hey Joe, Jimi Hendrix'in bir katil ve onun iç sesini dinlediğimiz muhteşem şarkısı.

"Hey Joe, nereye gidiyorsun.. Onu vurmaya.. Hey Joe, onu vurduğunu duydum.. Kaz onu.. Hey Joe, nereye gidiyorsun.. Güneye, Meksika yoluna, özgür olabileceğim yere.. Hey Joe, kaçsan iyi olur.."

Şarkı aslında 60'lı yıllara ait bir parçadır ancak 1966 yılında Hendrix tarafından yorumlanarak onunla anılır olmuştu. Hendrix'in yorumu sesinden ve gitarından hikayeyi adeta yaşatır; tüm olanlar için üzgün, acılı ve yaralı bir yorumdur onunki.

Şarkı daha sonraki yıllarda Deep Purple, Patti Smith, The Byrds ve daha onlarca müzisyen tarafından da yorumlanmıştı. Ancak içlerinde Hendrix'ten sonra Deep Purple bence en iyi ifade edenlerden birisi oldu.

Hey Joe kaç! Özgürlüğüne doğru kaç!

Sizce Joe paçayı kurtarabilmiş midir?..




20 Mart 2011 Pazar

Little Wing-Jimi Hendrix

Uzun bir zaman Skid Row yorumuyla dinleyip de aklımızda yer eden şarkı Little Wing, aslında 1967 yılında yazılan bir Jimi Hendrix şarkısıdır. Zamanın ötesinde müzik yapmak denildiğinde herhalde akla gelen ilk isimden biri olur Jimi Hendrix ve şarkı pek çok kişiye bu anlamda ilham kaynağı olmuştur.

Little Wing, yalnızca teknik olarak değil, duygu anlamında da döneminde yazılmış en güzel şarkılardan birisidir. Blues tınıları üzerinde yükselen adeta en az bir yirmi yıl sonrasının şarkısı gibi.

Little Wing aynı zamanda o kadar çok müzisyen tarafından yorumlanmıştır ki, şarkı  her seferinde adeta yaratıcısı Hendrix'in ruhundan akan bir parça gibidir. Steve Vai, Steve Ray Vaughan, Santana, Def Leppard, Eric Clapton... Ancak en iyilerinden birisi ve en fazla bilinen yorum Skid Row'a aittir. Gitarda Dave Sabo ve vokalde Sebastian Bach'la 1992 yılında yayınlanan B-Side Ourselves albümünde yer verdikleri Little Wing yıllarca dinlenecek lezzette bir şarkı.

Little Wing, sınırın ötesine kanat çırpmak gibi.. 




Grease


-Sandyyy
-Dannyyy
-What are you doing here?
repliğiyle unutamadığımız müzikal film Grease hakkında söylenecek şey sanırım; masalsı, renkli, eğlenceli, asi olurdu.

Deri ceketi, biryantinli saçları, ağzından düşürmediği sigarasıyla okulun karizmatik çocuğu Danny Zuko, yaz aşkı Sandy'le karşılaştığında ilk anda sevinçten deliye dönse de, arkadaşlarının yanında duygularını belli etmek zayıflık olacağında bu zaafı göstermez ve hayal kırıklığı yaşayan Sandy aşkının bir yalan olduğunu düşünerek oradan ayrılır. Film ikisi arasındaki aşk üzerinden dönemin tüm renklerini, heyecanını rock'n'roll'un rüzgarını da arkasına alarak sinemanın klasikleri arasında yerini alır.

12 Mart 2011 Cumartesi

Shine



Enstrümanını çok iyi çalan, müzik dahisi olarak kabul  edilen ve on yılı aşkın bir süre kaldığı akıl hastanesinden çıktığında küçük bir barda çalarak hayatına devam eden bir adam David Helfgott.

Ve Shine, Avustralyalı müzisyen, piyanist David Helfgott'ın yaşamını konu alan 1996 yapımı bir Scott Hicks filmi. Davranış bozukluğu olan ve yaşı ilerledikçe hastalığı da ilerleyen Helfgott'ın hayatı bu yönüyle tam bir dram. Filmle birlikte sanki dünyanın tüm güzellikleri acıdan doğmuş gibi hissediyorsunuz. Helfgott'ın içinden gelen güzellik, yaşamını günden güne zorlaştıran şizofrenisiyle birlikte gerçek bir trajediye dönüşüyor. Yine  de müzisyenin pek çok şeyden mutlu olmayı başarabilen tarafı ve piyanonun başında devleşen parmakları, yaşaması için büyük bir sebep oluyor. 

6 Mart 2011 Pazar

The King's Speech


"Ulusumuz iki dakikalık sessizliğe hazır mı?" 

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde dünyanın büyük bir kısmına hükmeden bir kralın oğlu, nasıl olurdu da iki lafı bir araya getirip de konuşamazdı. Üstelik bu kadar iyi eğitim almış, olağanüstü bir insan ve tahtın varisiyken.

The King's Speech  2010 yapımı bir Tom Hooper filmi, yönetmeni önceden tanımadığım için diğer filmleriyle karşılaştırma imkanım pek olmadı. Ancak film, incelikleri olan bir dram olmuş. 

1 Mart 2011 Salı

Bloguma Dokunma

Erişimi engelleyen haklı(!) sebeplerin, aptalca sonuçları için;


27 Şubat 2011 Pazar

It Might Get Loud

-Skiffle dışında bir şey çalıyor musunuz?
-Evet İspanyol ve dans şarkıları
-Öyle mi? Peki okulu bitirince ne yapacaksınız? Skiffle'ye devam mı?
-Hayır ben aslında biyolojik araştırmalar yapmak istiyorum.

Parlak bir çocuk değil mi? Bunlar Jimmy Page'in henüz gitar çalmayı yeni öğrendiği dönemde verdiği bir röportaj. Röportaj denirse işte.

It Might Get Loud, 2008 yapımı bir Davis Guggenheim belgeseli. Üç nesil gitaristin Jimmy Page, The Edge ve Jack White'ı bir araya getiren film, müzisyenlerin elektro gitar geçmişlerini konu almakta. 

Yalnızca altı telden oluşan bir alet nasıl oluyordu da bu kadar farklı şekillerde çalınabiliyordu. Tüm bunları müzisyenlerin elinden dinlerken bir yandan da Stairway to Heaven (Led Zeppelin) ve Where the Streets Have No Name'in (U2) nasıl doğduğunu, hangi mekanlarda, hangi koşullarda bestelendiklerini izleme fırsatımız oluyor. Hatta The Edge'in dinlettiği üzerine beyaz kağıt yapıştırılarak etiketlenmiş demoları gerçekten inanılmaz. U2'nun bugünkü ticari, plastik müziğinden çok önce yaptığı daha sade ve içerik sahibi amatör dönemlerine ait güzel bir ayrıntı. Page'in eminim görünenden daha büyük olan müzik arşivi, onlarca gitarı, Jack White'ın modifiye gitarları ve bu gitarları çalarken aldığı inanılmaz zevki, The Edge'in 14 yaşında abisiyle beraber gitar yapma denemelerini izlemek oldukça keyifli. 

23 Şubat 2011 Çarşamba

When You’re Strange&The Doors

"Bazılarına göre Jim bir şairdi, ruhu cennetle cehennem arasında sıkışmış, bazılarına göre yere çakılıp yanan bir rock yıldızı..."


Neydi onları bu kadar ilgi çekici yapan. Yalnızca bir kaç yıl içinde şöhretli, zengin ve sansasyonel olmuşlardı.  Dozunu kaçırdıkları uyuşturucu ve alkolün etkisiyle yaptıkları şeyler mi onları bu kadar konuşulur yapmıştı.  Bence The Doors'u sadece bunlarla tarif etmek büyük haksızlık olur.


Her ne kadar The Doors dört müzisyenden oluşan bir grup olsa da grubun vokal ve söz yazarı Jim Morrison, genç yaşta yakaladığı şöhret ve 27 yaşındaki erken ölümüyle ismen grubun önüne geçti. Zamanla The Doors denilince akla gelen tek isim oldu. Morrison, The Doors'un hemen hemen tüm şarkı sözlerini yazmış olmasına rağmen tüm albümlerde hep The Doors imzasıyla yayınlanmasını   istemiştir.

20 Şubat 2011 Pazar

Barton Fink

"...gözlerin kapalı yaşadıysan gündüzler rüyadır, artık gözlerim açık..."

Yıl 1940, başarılı bir tiyatro yazarı olan Barton Fink Los Angeles'e gelir ve  Earle Otel'e yerleşir. Kimileri transittir bu otelde, kimileri de kalıcı. Bir süre sonra da otelin kalıcısı olan yan komşusu Charlie ile tanışır Fink ve hikaye başlar.

Film boyunca otelde gördüğümüz pek çok eşyada, koltuklarda, azizelerde, halılarda, merdivenlerde ve kullanılan tüm koyu kirli renklerde aslında Barton Fink'in iç dünyasını izleriz. Film süresince kullanılan imgeler, özellikle de havanın çok sıcak olmasıyla birlikte sıcaktan akan duvarlar, eriyen duvar kağıtları, buna karşılık yüzü denize dönük kadının resmiyle birlikte aklımıza bir yandan gelen serinlik duygusu başarılı bir biçimde işlenir.

13 Şubat 2011 Pazar

Kristal Gemi


"...Kristal gemi,
Bilinçsizliğe varmadan önce,
Bir öpücük daha almak isterdim..."

Bir hayal, bir masaldır Kristal Gemi, akan bir ırmağın üzerinde aşağı doğru kayıp gitmek gibi. Morrison'ın sakin sesi, arka arkaya dizelenmiş melodiler, tekrar tekrar döner durur beyninizde. 

Döndüğümde seni arayacağım!








12 Şubat 2011 Cumartesi

Following

Siz hiç tanımadığınız, yalnızca uzaktan gördüğünüz birinin hayatını merak ettiniz mi, nelerden hoşlanır, ne tür müzik dinler, neler okur, yalnız mı yaşar, kalabalık mı sever..

"...Bir süredir yalnızdım ve yalnız hissetmeye başladım. Sıkıldım. Bütün gün hiçbir şey yapmıyordum. O zaman gizlice izlemeye başladım..."

Siyah-beyaz çekilen film Following'in başında tanışırız The Young Man'le. Bu adam rastgele birini seçiyor ve takip etmeye başlıyordur.

"-Neden yapıyordun?
  -Nereye gittiklerini öğrenmek için."

Patti Smith

Horses (1975)
"İsa birilerinin günahları yüzünden öldü ama benim değil"

Patti Smith, 1975'te yayınladığı Horses albümü ile gelecekte pek çok müzisyen ve grubu etkilemekle kalmamış yaptığı müzikle punk-rock türünü müzik tarihinin tam ortasına gelip koymuştur. İleriki yıllarda U2 ve R.E.M, Patti Smith'ten etkilendikleri, ilham aldıklarını her seferinde dile getirmişlerdir.

Patti Smith kendi şarkıları dışında  dönemin  popüler şarkılarını da seslendirdi. Konserlerinde zaman zaman yorumladığı pek çok şarkıyı da Hey Joe (Jimi Hendrix), My Generations (The Who), White Rabbit (Jefferson Airplane) gibi oldukça iyi yorumladı. Özellikle o yılların en çılgın şarkılarından birisi olduğunu düşündüğüm My Generation'ı Patti Smith, punk'ın  adeta en iyi şarkısı olarak yorumlamıştır.  Doğrusu günümüze göre yaşamın çok daha yavaş olduğu  60'lı yıllarda bir deli müziği olarak yer eden My Generations'a Patti Smith'in yorumu da çok yakışmıştır.

 

-I hope I die before I get old 

-Talkin' bout my generation 

-My generation





Son olarak bugün punk, grunge, alternatif diye tarif ettiğimiz müzik türü adeta onun ellerinde doğmuş gibidir ve unutmayalım Patti Smith ve nesli müzisyenler olmasaydı bugün ne Kurt Cobain ne de Nirvana ve türevleri olacaktı. Yıllar geçtikçe onların  asi ve şair ruhları hepimize ilham vermeye devam edecek...

Sınırda kalmayın!

10 Şubat 2011 Perşembe

Gregor Samsa

Franz Kafka (1906)
İstemediğimiz bir günün başlangıcında bazı sabahlar öyle bir uyanırız ki, kendimizi hamam böceği gibi hissederiz ve kalkamayız yatağımızdan. Ağır ve şekilsizizdir. Öyle ki bu metafor içinde böcek olarak kalmak bile isteriz bazen.

F. Kafka'nın bu muhteşem öyküsünün baş kahramanıdır Gregor Samsa ve Kafka'nın bence iç dünyasının pek çok yönden özeti gibidir. Sabah uyandığında karnının üzerinde onlarca bacakçık olduğunu fark eden ve yerinden kalmakta güçlük çeken Gregor Samsa yaşadığı değişimden dolayı her nedense dehşete kapılmaz, tam tersine ilkin biraz durumu yadırgasa da hemen sonra bu değişimi kabullenir. 

9 Şubat 2011 Çarşamba

Teldeki Adam

Çılgın bir Fransız ip cambazı hayal kurar, bir gün Newyork'taki ikiz kuleler arasına telini gerecek ve yürüyecektir. Yıl 1974,  Dünya Ticaret Merkezi ikiz kuleleri arasında havada bir adam silueti belirir ve o sırada polis telsizinden Man on wire! anonsu duyulur.

Yüksek tel sanatçısı olan Fransız Philippe Petit'in hayatı ve ikiz kuleler arasından yürüdüğü o 45 dk.'nın belgeselidir Man on Wire. 2008 yapımı, pek çok ödül sahibi belgesel film; fotoğraf, görüntü ve belge açısından oldukça doyurucu bir arşive sahiptir.


Bir sanatçının sanatına olan tutkusu, tehlikeli ve çılgınca olan hayalini yerine getirmek için yaptığı inanılmaz plan, durumun kendisi kadar filmi de oldukça heyecanlı hale getirmektedir. Tek kusur tüm bu muhteşem gösteri için sanatçının 'neden bunu yaptınız' sorusuna 'bir nedeni yok' diye cevap vermesi  oluyor ve  bu durum insanda biraz hayal kırıklığı yaratabiliyor. Bu cevapla birlikte bir anda sanatçının çılgınca giriştiği bir maceraya dönüşüveriyor bu muhteşem gösteri. Buna rağmen görsel açıdan zengin ve izlemesi keyifli bir belgesel film.

6 Şubat 2011 Pazar

Deep Purple


Child in Time, Smoke on the Water, Burn gibi klasiklerin yaratıcısı Deep Purple'la tanıştığımız zaman, Charles Bukowski'le tanıştığımız zamanlara denk gelir ki artık panzehiri olmayan bir yaşamın ilk yudumu gibidir.   

Efsane grup Deep Purple, 60'larda başladığı müzik hayatına, zaman içinde değişen kadrosuyla hala devam eden nadir gruplardan birisidir. Bugün rock müziğinin evrilerek içinden çıkardığı pek  çok tarzın ve özellikle heavy metal'in temel taşlardan birini Deep Purple koymuştur.

Grubun müzikal hayatına bakınca büyük müzisyenlerin gelip geçtiği adeta bir yıldızlar geçidi gibidir. David Coverdale (vokaller), Steve Morse (gitar), Joe Satriani (gitar), Ritchie Blackmore (gitar), Joe Lynn Turner (vokaller), Ian Gillan (vokaller)... 

Aynı zamanda Rainbow, Whitesnake gibi grupların kurucuları olan Ritchie Blackmore ve  David Coverdale gruptan ayrılarak, bugün pek çoğu klasik olmuş şarkılarıyla, Deep Purple'ın ne kadar verimli bir grup olduğunu da göstermiştir.



(vokal David Coverdale, Deep Purple-Burn)


A Clockwork Orange




İçerdiği koyu ve karanlık havayla birlikte daha filmin başında kötü bir masalın içerisinde buluruz kendimizi. Gerçek-hayal iç içedir ve adeta Alice Karanlıklar Ülkesi tam karşımızdadır.

Ağır bir cinsellik ve şiddet içeren görüntüleriyle birlikte baş kahramanımız Alex her tür kötülüğü, zorbalığı tamamen zevk ve eğlence için yaparak bireysel anarşisinin neredeyse  tümünü filmin ilk 15 dk'sında gösterir. Çürümüşlüğün, karanlığın, suçun ve şiddetin yer aldığı filmin ilk dakikaları size de
Marquis de Sade'ı anımsattı mı?

2 Şubat 2011 Çarşamba

Rumble Fish


İki çetinin kavga etmeye başladığı anda gecenin ve sisin içinden çıkar gelir Motorcycle Boy. Biraz değişmiş gibidir, yaşlı görünüyordur.. yalnızca 21 yaşındadır...

Akvaryumlardaki kırmızı ve mavi siyam balıkları haricinde her şey siyah-beyazdır. Motorcycle Boy'un gözünden dünyanın göründüğü gibidir aslında. 1983 yapımı Francis Ford Coppola yapımı Rumble Fish görüntüleriyle tam bir sinema klasiğidir. Öyle ki oyunculuk adına pek bir şey göremediğimiz Motorcycle Boy (Mickey Rourke) bile yönetmenin gözünden  oldukça karizmatik eski bir çete liderine dönüşüverir.

31 Ocak 2011 Pazartesi

Since I've Been Loving You

Led Zeppelin-Page&Plant
Since I've Been Loving You, öyle koyu bir blues'la başlar ki, kafanızın içinde yankılanan bas gitarın sesi, ağır ağır çalan ritm ve  Jimmy Page'in gitar solosu.. Gitarın tellerine asıldıkça  dağılırsınız. Daha sonra yavaş yavaş başlar o sözlere Plant ve yırtıcı, yüksek tonlu sesiyle Since I've Been Loving You diye yükselir çığlıkları.. 

Beyinsel faaliyetlerinizi etkileyen blues, acıklı sözleriyle birlikte  şarkının özellikle terk edilmiş erkek tarafında ağır hasarlara yol açtığı söylenir..

"Since I've Been Loving You, I'm about to lose my worried mind."

Şuan Led Zeppelin ve Since I've Been Loving You ile yaşamın neresinden olduğunuza siz karar verin. 







30 Ocak 2011 Pazar

Once Upon a Time in America


Bir Zamanlar Amerika'da olarak bilinen Once Upon a Time in America 1984 yapımı bir Sergio Leone filmidir. Sergio Leone 60'larda çektiği spagetti western olarak nitelendirilen hepsi birer klasik olan western filmlerinden sonra uzun bir ara vermiş ve efsane yapım Once Upon a Time in America'yı çekmiştir.

Film 1920'lerde Newyork'ta bir Yahudi gettosunda, bir grup yoksul çocuğun hayaller ülkesi Amerika'da suç ve mafya dünyasında var oluş hikayesini anlatmaktadır. Çetenin kanlı sonuyla başlar ve film boyunca çocukluk, yetişkinlik ve yaşlılık dönemleri geriye dönüşlerle anlatılır izleyiciye. 229 dakikalık filmde ilk 25 dakikası neredeyse diyalogsuz geçer, unutulmaz kareler ve repliklerle de devam eder. Çetenin en küçük üyesi vurulduğunda ölürken ayağım kaydı demesi unutulmaz müziklerle birlikte akıllarda kalan karelerden birisi olur.

29 Ocak 2011 Cumartesi

The Joshua Tree

The Joshua Tree, 1987 yılında yayınlanmış U2'nun beşinci stüdyo albümüdür. 25 milyondan fazla kopyayla grubun en çok satan albümü olmuş ve 1988'de yılın albümü dalında bir de Grammy ödülü kazanmıştır.

The Joshua Tree, U2'nun daha çok zirve albümü gibidir. Dans ve pop etkisinin henüz U2 üzerinde olmadığı bir 'rock' albümü olarak yerini alır.

Grup bundan sonraki albümlerinde ticari başarılarını sürekli yukarı doğru çıkarmış olsa da müzik kariyerlerinde çıkarmış oldukları bence en özel albümlerden biridir The Joshua Tree.

The Joshua Tree, uzun vibratolu gitarlar, bas gitarın belirgin sesi, basit, sade, tekrarlayan  melodiler, sürekli bir ritm duygusu ve  Bono'nun sesi  ardında usul usul yaklaşan bir sis gibi; sizi içine alan ve uzakta bir yerlere götüren bir sis.......> With or without you

Sınırda kalmayın!


25 Ocak 2011 Salı

Taxi Driver

Taksi Şoförü, 1976 yapımı bir Martin Scorsese filmidir. Film tam bir yeni dönem kara film örneği olarak karşımıza çıkar. 

26 yaşındaki Travis Bickle uykusuzluk çekmektedir, bu sebeple geceleri çalışmak ister ve böylece Newyork'un çeşitli yerlerinde taksi şoförlüğüne başlar. Diğerlerinin aksine herkesi arabasına alıyordur Travis. Sıklıkla bir tufan çıkmasını ve şehirdeki tüm pisliklerin temizlemesini dilese de onların içindedir hep. Çok fazla konuşmayan Travis'in baş ağrıları ve uykusuzluğu devam ederken içinde bulunduğu yalnızlık da günden güne deliliğe bırakır kendini. 

"Hayatım boyunca hep yalnızdım, her yerde, barlarda, arabalarda, kaldırımda ve dükkanlarda. Her yerde. Kaçış yok. Tanrının yalnız kuluyum!"

23 Ocak 2011 Pazar

The Rolling Stones-Jump Back

The Rolling Stones, müzik yaşamlarına başladıkları günden bu yana 60'lar, 70'ler, 80'ler, 90'lar her dönem çılgınca dinlenir olmayı başarabilmiş ve halen müzik yapan, albüm çıkaran ölümsüz bir rock grubu. 

The Rolling Stones'u yalnızca blues, rock, punk grubu olarak adlandırmak biraz zor çünkü kendi tarzını ve çizgisini yaratarak döneminin diğer müzik gruplarından hep farklı bir yerde olmayı başarmıştır. Kışkırtıcı tarzları, özellikle blues ve rock'n'roll kökleri, harmonik alt yapılarıyla müzik var oldukça dinleneceklerdir. 

Grubun pek çok derleme albümünden yalnızca bir tanesi The Best of Rolling Stones-Jump Back ve 1971-93 tarihleri arasında hit olmuş 18 tane parçadan oluşmaktadır. 

Bugün Rolling Stones dinlemek isterseniz bu albüm kendinizi iyi hissetmeniz için fazlasıyla yetecektir. 


Rolling Stones dinlerken üzerinizdeki gökyüzünün genişlediğini ve büyüdüğünü göreceksiniz..............> Waiting on a friend

Sınırda kalmayın! 





Elveda Lenin!

Film Yann Tiersen'in müziğiyle 1978 yazında başlar. Berlin duvarı yıkılmadan önce komaya giren sosyalist bir anne ve annesini çok seven Alex'in öyküsüdür Goodbye Lenin.



Dönemin politik, sosyal ve gündelik yaşamını bu ailenin ve Alex'in gözünden izleriz. Sosyalizmi her şeyiyle yaşayan ve tüm hayatını buna adamış bir kadına üstelik komadan yeni çıkmışken sosyalizmin artık olmadığı nasıl söylenir? Film işte bu noktada başlar. Bize farklı ideolojileri dikte ettirmekten ziyade bu ideolojiler ve fikirler peşinde yaşanan insani duygulara yer vermektedir. Film boyunca tarihin veya insanların yine insanlar üzerinde bıraktıklarını izlemekteyiz.

Asphalt Ballet

Asphalt Ballet (1991)
Yalnızca iki stüdyo albümü yapmış olan Asphalt Ballet'in aynı isimli albümü 1991 yılında piyasa çıktı. Ne yazık ki grup çok az dinleyici tarafından tanındı ve 1993 yılında çıkardıkları Pigs albümünden sonra bir daha albüm yapmadı.

Asphalt Ballet oldukça güçlü sounda sahip bir albüm. Klasik rock, blues ritmleri üzerine bir o kadar güçlü ve etkileyici vokalleriyle birlikte ortaya yıllarca dinlenecek, insanı yerinde oturtmayan bir albüm çıkmış ancak 90'ların başında değişen müzik akımlarıyla birlikte yeterli popülerliğe sahip olamamıştır.

Rüzgara karşı yol almak istiyorsanız biraz Asphalt Ballet dinlemenizi tavsiye ederim. Uzuun bir yol gitmek isteyeceksinizdir... Sınırda kalmayın!





20 Ocak 2011 Perşembe

The Wall

Pink Floyd The Wall (1982)

"Eğitime ihtiyacımız yok!
Düşünce kontrolü istemiyoruz!
Sınıfta aşağılanmaya son!
Öğretmen, çocukları rahat bırak!
Hey, öğretmen!
Çocukları rahat bırak!"

The Wall, Pink Floyd'un 1979 yılında yayınlanan aynı isimli albümünün hemen hemen tüm parçalarına yer verdikleri film. Alan Parker'ın yönettiği Bob Geldof'un baş rolünü üstlendiği film, müzikle sinemanın olağanüstü bir birleşimi olarak karşımıza çıkar.

The Wall bize, bizi ayıran, yok eden, izole eden, yalnızlaştıran, çürüten, duyarsızlaştıran, otomatikleştiren, aptallaştıran her şeyi Pink'in üzerinden çarpıcı bir biçimde anlatmaktadır.

Evde, okulda, toplum içerisinde, her yaşta ve her evrede sistemin bir parçası olmamız istenir. Bu anlamda Pink'i duvarlar ardına iten ilk kişi onu korumak isterken soyutlayan annesi olur, biraz daha büyüdüğünde 'ver bakalım şu defterinde neler yazıyormuş,  hımm delikanlımız kendisini şair sanıyor' diye alay eden öğretmeni ve en son olarak  durumunu daha da ağırlaştıracak olan karısı... Her şey Pink'i, etrafında yükselen duvarlar arasında bırakır.

Mr. Nobody


Mr. Nobody, 2009 yapımı Jaco Van Dormael'in yazıp yönettiği bir film. Yönetmeni daha önce duydum desem yalan olur. Filmografisine de bakıldığında epey bir aradan sonra filmi çektiği belli oluyor. 

Aslında Mr. Nobody konusu  itibariyle daha önce sinemada hep ilgiyle karşılanmış, benzerleri olan bir film. Yaşam içinde yapacağımız alternatif seçimlerle, yaşayacağımız alternatif hayatları konu almakta. Filmle ilgili malesef pek çok izleyicinin şöyle bir tepkisi olduğunu görüyoruz "ee bunlardan hangisi gerçek şimdi, ben hiçbirşey anlamadım." Film ne yazik ki bize cevap değil soracağımız soruları gösteriyor, bu sebeple neyin gerçek neyin hayal olduğunu zaten tam olarak bilemiyoruz ve sanırım yönetmen de bunu bilmemizi istememiş olacak ki bu kadar güzel bir dille işlemiş filmi.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Chickenfoot

Chickenfoot (2009)
Chickenfoot kimdir, neyin nesidir diye sormakla başlamak daha doğru olur. Chickenfoot, Sammy Hagar, Joe Satriani, Michael Anthony ve Chad Smith'ten oluşan grubun ve aynı adı taşıyan albümlerinin ismi. 

Bu isimler yer alır da ortaya kötü müzik çıkar mı, elbetteki hayır!  Grubun isminden de anlaşılacağı gibi bu üstatlar kariyerlerine kariyer katmak veya bol para kazanmak için bir araya gelmiş ve albüm çıkarmış falan değiller. Bu büyük dörtlünün, Soap on a Rope isimli parçalarına çektikleri video klipten de ne kadar eğlendikleri ve neden birada oldukları fazlasıyla anlaşılmaktadır.

Bugün Chickenfoot'u dinlerken ayaklarımız biraz daha yere basmakta ve yaşam içimizde ılık ılık akmakta. Siz sakın ama sakın sınırda kalmayın, Meksika tam karşımızda!!! Sınırı geçmek üzereyiiizz, koşuunn...





16 Ocak 2011 Pazar

Hey Stoopid

Hey Stoopid (1991)
Bugün günlerden pazar ve günümüze arşivimizden 1991 yılında yayınlanan, her devrin adamı diyebileceğimiz  Alice Cooper'ın Hey Stoopid albümüyle başlıyoruz.


Hey Stoopid müzisyenin klasik çizgisini yansıtan bir albüm olmakla beraber daha çok bundan önceki Trash albümünün devamı gibidir.  

Çıkardığı her albümle sanatçının nasıl oluyor da korku filmindeymişsiniz gibi hissettirip, hem korkutup hem de eğlendirebildiğini merak ediyorsanız biraz fikir sahibi olmak için önce albüm kapağını incelemelisiniz. Her an tüm sahne kan gölüne dönebilir ve siz kahkahalar atarak kafa sallamaya devam edebilirsiniz. Bence o da bu durumdan çok keyif olmalı. 

Hey Stoopid ve Feed My Frankenstein gibi hitler çıkarmış olan albüm bugün yine bizi yaşamın bir başka sınırına sürüklemeyi başarıyor.