27 Şubat 2011 Pazar

It Might Get Loud

-Skiffle dışında bir şey çalıyor musunuz?
-Evet İspanyol ve dans şarkıları
-Öyle mi? Peki okulu bitirince ne yapacaksınız? Skiffle'ye devam mı?
-Hayır ben aslında biyolojik araştırmalar yapmak istiyorum.

Parlak bir çocuk değil mi? Bunlar Jimmy Page'in henüz gitar çalmayı yeni öğrendiği dönemde verdiği bir röportaj. Röportaj denirse işte.

It Might Get Loud, 2008 yapımı bir Davis Guggenheim belgeseli. Üç nesil gitaristin Jimmy Page, The Edge ve Jack White'ı bir araya getiren film, müzisyenlerin elektro gitar geçmişlerini konu almakta. 

Yalnızca altı telden oluşan bir alet nasıl oluyordu da bu kadar farklı şekillerde çalınabiliyordu. Tüm bunları müzisyenlerin elinden dinlerken bir yandan da Stairway to Heaven (Led Zeppelin) ve Where the Streets Have No Name'in (U2) nasıl doğduğunu, hangi mekanlarda, hangi koşullarda bestelendiklerini izleme fırsatımız oluyor. Hatta The Edge'in dinlettiği üzerine beyaz kağıt yapıştırılarak etiketlenmiş demoları gerçekten inanılmaz. U2'nun bugünkü ticari, plastik müziğinden çok önce yaptığı daha sade ve içerik sahibi amatör dönemlerine ait güzel bir ayrıntı. Page'in eminim görünenden daha büyük olan müzik arşivi, onlarca gitarı, Jack White'ın modifiye gitarları ve bu gitarları çalarken aldığı inanılmaz zevki, The Edge'in 14 yaşında abisiyle beraber gitar yapma denemelerini izlemek oldukça keyifli. 

23 Şubat 2011 Çarşamba

When You’re Strange&The Doors

"Bazılarına göre Jim bir şairdi, ruhu cennetle cehennem arasında sıkışmış, bazılarına göre yere çakılıp yanan bir rock yıldızı..."


Neydi onları bu kadar ilgi çekici yapan. Yalnızca bir kaç yıl içinde şöhretli, zengin ve sansasyonel olmuşlardı.  Dozunu kaçırdıkları uyuşturucu ve alkolün etkisiyle yaptıkları şeyler mi onları bu kadar konuşulur yapmıştı.  Bence The Doors'u sadece bunlarla tarif etmek büyük haksızlık olur.


Her ne kadar The Doors dört müzisyenden oluşan bir grup olsa da grubun vokal ve söz yazarı Jim Morrison, genç yaşta yakaladığı şöhret ve 27 yaşındaki erken ölümüyle ismen grubun önüne geçti. Zamanla The Doors denilince akla gelen tek isim oldu. Morrison, The Doors'un hemen hemen tüm şarkı sözlerini yazmış olmasına rağmen tüm albümlerde hep The Doors imzasıyla yayınlanmasını   istemiştir.

20 Şubat 2011 Pazar

Barton Fink

"...gözlerin kapalı yaşadıysan gündüzler rüyadır, artık gözlerim açık..."

Yıl 1940, başarılı bir tiyatro yazarı olan Barton Fink Los Angeles'e gelir ve  Earle Otel'e yerleşir. Kimileri transittir bu otelde, kimileri de kalıcı. Bir süre sonra da otelin kalıcısı olan yan komşusu Charlie ile tanışır Fink ve hikaye başlar.

Film boyunca otelde gördüğümüz pek çok eşyada, koltuklarda, azizelerde, halılarda, merdivenlerde ve kullanılan tüm koyu kirli renklerde aslında Barton Fink'in iç dünyasını izleriz. Film süresince kullanılan imgeler, özellikle de havanın çok sıcak olmasıyla birlikte sıcaktan akan duvarlar, eriyen duvar kağıtları, buna karşılık yüzü denize dönük kadının resmiyle birlikte aklımıza bir yandan gelen serinlik duygusu başarılı bir biçimde işlenir.

13 Şubat 2011 Pazar

Kristal Gemi


"...Kristal gemi,
Bilinçsizliğe varmadan önce,
Bir öpücük daha almak isterdim..."

Bir hayal, bir masaldır Kristal Gemi, akan bir ırmağın üzerinde aşağı doğru kayıp gitmek gibi. Morrison'ın sakin sesi, arka arkaya dizelenmiş melodiler, tekrar tekrar döner durur beyninizde. 

Döndüğümde seni arayacağım!








12 Şubat 2011 Cumartesi

Following

Siz hiç tanımadığınız, yalnızca uzaktan gördüğünüz birinin hayatını merak ettiniz mi, nelerden hoşlanır, ne tür müzik dinler, neler okur, yalnız mı yaşar, kalabalık mı sever..

"...Bir süredir yalnızdım ve yalnız hissetmeye başladım. Sıkıldım. Bütün gün hiçbir şey yapmıyordum. O zaman gizlice izlemeye başladım..."

Siyah-beyaz çekilen film Following'in başında tanışırız The Young Man'le. Bu adam rastgele birini seçiyor ve takip etmeye başlıyordur.

"-Neden yapıyordun?
  -Nereye gittiklerini öğrenmek için."

Patti Smith

Horses (1975)
"İsa birilerinin günahları yüzünden öldü ama benim değil"

Patti Smith, 1975'te yayınladığı Horses albümü ile gelecekte pek çok müzisyen ve grubu etkilemekle kalmamış yaptığı müzikle punk-rock türünü müzik tarihinin tam ortasına gelip koymuştur. İleriki yıllarda U2 ve R.E.M, Patti Smith'ten etkilendikleri, ilham aldıklarını her seferinde dile getirmişlerdir.

Patti Smith kendi şarkıları dışında  dönemin  popüler şarkılarını da seslendirdi. Konserlerinde zaman zaman yorumladığı pek çok şarkıyı da Hey Joe (Jimi Hendrix), My Generations (The Who), White Rabbit (Jefferson Airplane) gibi oldukça iyi yorumladı. Özellikle o yılların en çılgın şarkılarından birisi olduğunu düşündüğüm My Generation'ı Patti Smith, punk'ın  adeta en iyi şarkısı olarak yorumlamıştır.  Doğrusu günümüze göre yaşamın çok daha yavaş olduğu  60'lı yıllarda bir deli müziği olarak yer eden My Generations'a Patti Smith'in yorumu da çok yakışmıştır.

 

-I hope I die before I get old 

-Talkin' bout my generation 

-My generation





Son olarak bugün punk, grunge, alternatif diye tarif ettiğimiz müzik türü adeta onun ellerinde doğmuş gibidir ve unutmayalım Patti Smith ve nesli müzisyenler olmasaydı bugün ne Kurt Cobain ne de Nirvana ve türevleri olacaktı. Yıllar geçtikçe onların  asi ve şair ruhları hepimize ilham vermeye devam edecek...

Sınırda kalmayın!

10 Şubat 2011 Perşembe

Gregor Samsa

Franz Kafka (1906)
İstemediğimiz bir günün başlangıcında bazı sabahlar öyle bir uyanırız ki, kendimizi hamam böceği gibi hissederiz ve kalkamayız yatağımızdan. Ağır ve şekilsizizdir. Öyle ki bu metafor içinde böcek olarak kalmak bile isteriz bazen.

F. Kafka'nın bu muhteşem öyküsünün baş kahramanıdır Gregor Samsa ve Kafka'nın bence iç dünyasının pek çok yönden özeti gibidir. Sabah uyandığında karnının üzerinde onlarca bacakçık olduğunu fark eden ve yerinden kalmakta güçlük çeken Gregor Samsa yaşadığı değişimden dolayı her nedense dehşete kapılmaz, tam tersine ilkin biraz durumu yadırgasa da hemen sonra bu değişimi kabullenir. 

9 Şubat 2011 Çarşamba

Teldeki Adam

Çılgın bir Fransız ip cambazı hayal kurar, bir gün Newyork'taki ikiz kuleler arasına telini gerecek ve yürüyecektir. Yıl 1974,  Dünya Ticaret Merkezi ikiz kuleleri arasında havada bir adam silueti belirir ve o sırada polis telsizinden Man on wire! anonsu duyulur.

Yüksek tel sanatçısı olan Fransız Philippe Petit'in hayatı ve ikiz kuleler arasından yürüdüğü o 45 dk.'nın belgeselidir Man on Wire. 2008 yapımı, pek çok ödül sahibi belgesel film; fotoğraf, görüntü ve belge açısından oldukça doyurucu bir arşive sahiptir.


Bir sanatçının sanatına olan tutkusu, tehlikeli ve çılgınca olan hayalini yerine getirmek için yaptığı inanılmaz plan, durumun kendisi kadar filmi de oldukça heyecanlı hale getirmektedir. Tek kusur tüm bu muhteşem gösteri için sanatçının 'neden bunu yaptınız' sorusuna 'bir nedeni yok' diye cevap vermesi  oluyor ve  bu durum insanda biraz hayal kırıklığı yaratabiliyor. Bu cevapla birlikte bir anda sanatçının çılgınca giriştiği bir maceraya dönüşüveriyor bu muhteşem gösteri. Buna rağmen görsel açıdan zengin ve izlemesi keyifli bir belgesel film.

6 Şubat 2011 Pazar

Deep Purple


Child in Time, Smoke on the Water, Burn gibi klasiklerin yaratıcısı Deep Purple'la tanıştığımız zaman, Charles Bukowski'le tanıştığımız zamanlara denk gelir ki artık panzehiri olmayan bir yaşamın ilk yudumu gibidir.   

Efsane grup Deep Purple, 60'larda başladığı müzik hayatına, zaman içinde değişen kadrosuyla hala devam eden nadir gruplardan birisidir. Bugün rock müziğinin evrilerek içinden çıkardığı pek  çok tarzın ve özellikle heavy metal'in temel taşlardan birini Deep Purple koymuştur.

Grubun müzikal hayatına bakınca büyük müzisyenlerin gelip geçtiği adeta bir yıldızlar geçidi gibidir. David Coverdale (vokaller), Steve Morse (gitar), Joe Satriani (gitar), Ritchie Blackmore (gitar), Joe Lynn Turner (vokaller), Ian Gillan (vokaller)... 

Aynı zamanda Rainbow, Whitesnake gibi grupların kurucuları olan Ritchie Blackmore ve  David Coverdale gruptan ayrılarak, bugün pek çoğu klasik olmuş şarkılarıyla, Deep Purple'ın ne kadar verimli bir grup olduğunu da göstermiştir.



(vokal David Coverdale, Deep Purple-Burn)


A Clockwork Orange




İçerdiği koyu ve karanlık havayla birlikte daha filmin başında kötü bir masalın içerisinde buluruz kendimizi. Gerçek-hayal iç içedir ve adeta Alice Karanlıklar Ülkesi tam karşımızdadır.

Ağır bir cinsellik ve şiddet içeren görüntüleriyle birlikte baş kahramanımız Alex her tür kötülüğü, zorbalığı tamamen zevk ve eğlence için yaparak bireysel anarşisinin neredeyse  tümünü filmin ilk 15 dk'sında gösterir. Çürümüşlüğün, karanlığın, suçun ve şiddetin yer aldığı filmin ilk dakikaları size de
Marquis de Sade'ı anımsattı mı?

2 Şubat 2011 Çarşamba

Rumble Fish


İki çetinin kavga etmeye başladığı anda gecenin ve sisin içinden çıkar gelir Motorcycle Boy. Biraz değişmiş gibidir, yaşlı görünüyordur.. yalnızca 21 yaşındadır...

Akvaryumlardaki kırmızı ve mavi siyam balıkları haricinde her şey siyah-beyazdır. Motorcycle Boy'un gözünden dünyanın göründüğü gibidir aslında. 1983 yapımı Francis Ford Coppola yapımı Rumble Fish görüntüleriyle tam bir sinema klasiğidir. Öyle ki oyunculuk adına pek bir şey göremediğimiz Motorcycle Boy (Mickey Rourke) bile yönetmenin gözünden  oldukça karizmatik eski bir çete liderine dönüşüverir.