6 Şubat 2011 Pazar

A Clockwork Orange




İçerdiği koyu ve karanlık havayla birlikte daha filmin başında kötü bir masalın içerisinde buluruz kendimizi. Gerçek-hayal iç içedir ve adeta Alice Karanlıklar Ülkesi tam karşımızdadır.

Ağır bir cinsellik ve şiddet içeren görüntüleriyle birlikte baş kahramanımız Alex her tür kötülüğü, zorbalığı tamamen zevk ve eğlence için yaparak bireysel anarşisinin neredeyse  tümünü filmin ilk 15 dk'sında gösterir. Çürümüşlüğün, karanlığın, suçun ve şiddetin yer aldığı filmin ilk dakikaları size de
Marquis de Sade'ı anımsattı mı?

Filmin ikinci yarısında Alex'in hapishaneye girmesiyle film kendisini anlatmaya başlar. Ben masumum diyen Alex'e polis "artık sen bir katilsin küçük Alex, bir katil" diye cevap verir. Hapishanede geçirdiği süre boyunca din ve adalet tarafından zaten  değiştirilen Alex, beyin yıkama programına alınarak artık 'iyileşmiş' bir halde tekrar toplum içine bırakılır. Bundan sonra hiç suç işleyemeyecek olsa da ailesi, arkadaşları ve toplum tarafından şiddete maruz kalacaktır.  Sonuçta bireysel özgürlüğü elinden alınan Alex intihar etse bile devlet yeniden programladığı, yeni ürünü Alex'e sahip çıkar ve devletin başarılı bir projesi olarak tüm kamuoyuna tanıtır.



Filmdeki anarşi, toplumu koruyan, kollayan, düzen sahibi devletle, düzeni bozan kötü çocuk Alex arasındaki ilişki üzerinden yürümektedir. Aslında Alex'i otorite tarafından kabul edilmeyen, değiştirilmek istenen bir fikir olarak da yorumlayabiliriz.

1961 yılında Anthony Burgess tarafından yazılan roman bence yazıldığı dönem itibariyle de oldukça iddialıdır.  Kitabı uzun yıllar önce okumamış olsaydım belki daha iyi karşılaştırma imkanım olacaktı ancak yine de Stanley Kubrick'in filme kattıkları inanılmaz. Özellikle  Korova Milk Bar, tam bir karanlık masal diyarı gibi karşımıza çıkmaktadır. 

Filmle birlikte bugün biraz sarsılıyor ve dünyanın ucuna kadar gitmiş de oradan düşmüş gibi hissediyoruz..


Hiç yorum yok: